www.pusatsiz.blogspot.com

4 Eylül 2008 Perşembe

Dönmeyin Sayın Cumhurbaşkanı!

Zaten günlerdir nabız yoklandığı, kararın çoktan verildiği belliydi de biz yine de en azından T. C. Cumhurbaşkanlığı makamına bir parça saygımız kaldığından resmi açıklamayı bekleyelim dedik. Ve Cumhurbaşkanlığı dün akşam resmi açıklamayı yaptı: Cumhurbaşkanı Gül, Ermenistan-Türkiye maçı için Ermenistan'a gitme kararı aldı.

Öncelikle şunu iyice bir bilmek gerekir ki; maç falan işin bahanesidir. Bu Ermenistan ziyareti AKP'nin uzun süredir yapmak isteyip de bir türlü fırsatını bulamadığı Ermeni açılımlarını (!) yapmak için eline geçen fırsattır onların bakış açısına göre. Muhtemelen Gürcistan ve Osetya'da Rusya'dan sert bir yumruk yiyen ABD'nin baskıları da sıklaşmış ve "Sayın Cumhurbaşkanı"na Erivan yolları gözükmüştür. 7-8 gündür tartışılan meselede verilen kararın köşk tarafından bu kadar geç açıklanmasının tek gerekçesiyse ortamını hazırlamak, halk dilinde ifade etmek gerekirse ayak yapmaktır. Kaldı ki karar yalnızca Türk milletine bu kadar geç açıklanmıştır. Yoksa Erivan'a olumlu yanıt çoktan verilmiş, Türkiye'den Gül'ün güvenliğinden sorumlu bir grup Ermenistan'a çoktan gitmiştir bile.

Fazilet Partisi'nde Tayyip'in işaretiyle genel başkanlığa aday olmaktan, Tayyip siyasi yasaklıyken onun yerine hükümeti kurup emanetçi başbakanlık yapmaya, Çankaya'ya da Tayyip'e vekâleten çıkmaya kadar birçok önemli konuda Tayyip Erdoğan'ın elinin altındaki gizli santrfor gibi görev yapan Sayın Cumhurbaşkanı'nı Erivan konusunda da cepheye süren Tayyip mi acaba? AKP milletvekillerinin de Ermenistan'a gitmeyeceklerini açıklaması, Tayyip'in işi tamamen Sayın Cumhurbaşkanı'nın üzerine yıkmak istediğini, olası bir olumsuzluk durumunda risk almak istemediğini gösteriyor. Sizce Sayın Cumhurbaşkanı "Türkiye'nin Cumhurbaşkanı" olabildi mi, yoksa kendisini "AKP'nin Cumhurbaşkanı" olarak görenler biraz olsun haklı değil mi?

Unutulanları, bilinmesi gerekip de bilinmeyenleri, ya da bilmezden gelinenleri de yeniden kısaca da olsa anmak gerek. Ermenistan Devleti ve Ermeni halkının mayası Türk düşmanlığıyla yoğrulmuş, "Ermeni" kimliğinin oluşumunda da "Türk düşmanlığı" en büyük etkenlerden biri olmuştur. Bugünkü Ermenistan Devleti; Türkler'in 1915'te Ermeniler'e soykırım yaptığını iddia etmekte, bunu batılı ülkeler başta olmak üzere birçok ülkeye kabul ettirmek için lobilerini kullanmakta ve girişimlerde bulunmakta, bunların önemli bir kısmında da başarılı olmakta ve Türkiye'den uzun vadede toprak ve tazminat koparma amacı gütmektedir. Bunun üstüne bir de Ermeni terör örgütü ASALA 70'lerden 80'lerin ortasına dek silahlı, bombalı 100'ün üzerinde terör eylemi gerçekleştirmiş ve 42 diplomatımızı öldürmüştür. Bu katillerin daha sonra Ermenistan'da milli kahraman ilan edildiklerini, milletvekili, hatta bakan bile olabildiklerini de hatırlatalım.

Ve en yakın, canımızı en çok yakan hadise; Ermeniler'in Azeri Türkleri'yle olan çatışmaları ve Azerbaycan'a bağlı Karabağ'ı işgal etmesi. Ermeniler'in Rus desteğiyle yaptığı "Hocalı Katliamı"yla ilgili yabancı bir gazeteci şunları yazıyor: "Ermeniler vahşetin her türlüsünü sanki ibret olsun, örnek olsun diye yapmışlardı. İhtiyar dedelerin, yaşlı anaların yüzleri jiletlerle doğranmış, genç kadınların göğüsleri peynir gibi kesilmiş, bebeklerin kafa derileri yüzülmüştü. Hocalı ile Agdam arasındaki 12 kilometrelik orman boyunca cesetler dizilmişti."

Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu nedenlerden ötürü Ermenistan'la kurulduğundan beri diplomatik ilişki kurmamış, ticaret kapılarını dahi kapatmıştır. Şimdi yıllar sonra bir T. C. Cumhurbaşkanı kalkıp ben Ermenistan'a gideceğim diyorsa kalkıp bize adamakıllı bir açıklama yapması gerek. Türkiye'nin Ermenistan'la ilgili kesin çizgilerle belirlenmiş devlet politikası; Ermeniler işgal ettikleri topraklardan çekilmedikçe ve soykırım safsatalarını sürekli gündeme getirmekten vazgeçmedikçe sınırın açılmayacağı idi. Ne oldu şimdi? Bu kırmızı çizgiler de Irak'takilere mi döndü? Ya da Kıbrıs'takilere?... Biz de bu AKP’yi biraz tanıyorsak bu iş maç ziyareti diye başlar, taa nerelere kadar gider...

Kimse maç falan diye meseleyi küçültmeye kalkmasın. Mesele, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihinde ilk kez Ermenistan’a bir resmi ziyaret gerçekleştirmesi, üstelik bunu en üst makamdan yapması meselesidir. Siz bize katil de deseniz, barbar, soykırımcı da deseniz biz yine de sizinle ilişki içinde olacağız, dediğiniz her şeyi yutacağız demektir! Avrupa’da önünüze bir kez daha sözde Ermeni soykırımı iddiaları konulduğunda şiddetle karşı çıkabilecek misiniz? “Bize kızıyorsunuz ama bu adamlarla aynı sofrada oturuyor, dostluk mesajları veriyorsunuz” derlerse ne cevap vereceksiniz? KKTC halkını Annan Planı’na evet demeye zorladınız, Birleşmiş Milletler’de Kıbrıs Türk halkının artık bağımsızlık ve tanınma talebi olmadığı, bunu da Annan Planı’na evet diyerek açıkça ortaya koyduğu konuşuldu. Şimdiki “dostluk iklimi” projeniz de “Türkler, Ermeniler’in dediklerine karşı çıkmıyorlar, aksine dostluk iklimi peşinde koşturuyorlar, demek ki Ermeniler haklı” diye yorumlansa ne diyeceksiniz?!

Hem neden ilk adım hep bize düşüyor? Diyaloğa asıl muhtaç olan Türkiye mi, yoksa Ermenistan mı? Türkiye ticaret için kapılarını açmadıkça günbegün açlıktan kırılan Ermenistan'ın mı diyaloğa ihtiyacı var, yoksa bu işten AB'den kuru bir aferin almak dışında hiçbir kazancı olmayacak olan Türkiye'nin mi? Ama ipler sizin elinizde olmayınca, dışarıdan icazetle ülke yönetmeye başlayınca işler değişiyor tabii. Yoksa ne bu eziklik Sayın Cumhurbaşkanı? Ne bu hep ilk veren olma hevesi, ne bu her tokat atana öbür yanağını dönmekten çılgınca zevk alma sadistliği! Farkında mısınız bilmiyorum ama dışarıdan size bakınca "Ben de üniversite mezunuyum, ben de Bizans çocuğuyum, beni de alın aranıza" diye söylene söylene kendinden büyük gördüğü herkese yaranmaya çalışan, etrafa gülücükler saçan, rahatsız, yetersiz, karakterini oluşturamamış, sosyal gelişimini tamamlayamamış, kendini toplum içinde bir yere oturtamamış bir "Burhan Altıntop prototipi" görülüyor sizde ve yol arkadaşlarınızda batılılara karşı.

Siz bazen kendinizi Vatandaş Abdullah, Dini bütün Abdullah ya da Alçakgönüllü Abdullah olarak hissedebilirsiniz. İnsan doğasına özgü şeyler. Ancak bir devletin cumhurbaşkanlığı makamında oturuyorsanız yaptıklarınız sizi değil başında olduğunuz devleti ve o devletle kişilik bulan milleti temsil eder. Bu yüzden siz Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatını taşıdığınız halde mesela bütün protokol kurallarını çiğneyip kalkıp bir otele, Arap kralının ayağına giderseniz size “Mütevazı Abdullah” demezler, "Türk devletinin düştüğü hale bak" derler.

Sözkonusu ülkeye gidileceğinin açıklandığı resmi metindeki ifadeler de bir başka âlem:

''Anılan maç, sportif bir karşılaşmanın ötesinde, önemli fırsatlar sunan bir anlam taşımaktadır." Fırsat mı dediniz? Siz Kıbrıs Türkü'nü tarihten silecek, devletlerini Rum'a peşkeş çekecek Annan Planı için de böyle dememiş miydiniz? Ya da ABD'nin Irak'a girmesi için de... Siz her "fırsat" dediğinizde bu milletin yüreği ağzına geliyor Sayın Cumhurbaşkanı, yapmayın.

"Bu maç vesilesiyle yapılacak bir ziyaretin bölgede yeni bir dostluk ikliminin oluşmasına da katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız bu anlayışla daveti kabul etmiştir. Söz konusu maçın ortak tarihi olan iki halkın yakınlaşmasının önünü tıkayan unsurların ortadan kaldırılmasına ve yeni bir zemin hazırlanmasına vesile teşkil edeceğine inanılmaktadır. Bu ziyaretin iki ülke halklarının birbirlerini daha iyi anlamaları için bir fırsat oluşturacağı ümit edilmektedir.'' Vay vay vay! Ne maçmış yahu Allah aşkına? Asırlık Ermeni hıncını ortadan kaldıracak formül meğerse 90 dakikalık bir maçmış! Ne anlatayım ki şimdi ben buna? Birisinin sizi, sizin iyiliğiniz için iki omzunuzdan da sıkıca kavrayıp deli gibi sarsması gerek Sayın Cumhurbaşkanı! Gerçi biz sizin arabuluculuğa, ABD ve İsrail’in ayakçılığına aktif dış politika dediğin zamanları da biliriz ya, neyse...

Peki Ermenistan'ın dört bir yanındaki Türk düşmanlığı saçan sözde soykırım anıtlarını da ziyaret edecek misiniz Sayın Cumhurbaşkanı? Hadi etmediniz diyelim maçta Ermeniler'in açtıkları pankartları okumayacak mısınız, ettikleri sövgüleri duymayacak mısınız? Onları da duymadınız hadi, Sarkasyan'la görüşeceğiniz yerde, resmi konut mu olur, saray mı olur her neyse, Ermenistan Devlet Arması dikkatinizi çekmeyecek mi? Hani ortasında şu tamamı Türkiye sınırları içinde bulunan bizim güzel Ağrı Dağımızın bulunduğu Ermenistan Devlet Arması!

Peki Azerbaycan ne olacak? İş ticari ilişkiler kurmaya, ihale kapmaya gelince kuyruğunuza yandaş iş adamlarını da takıp yollarına düştüğünüz, kardeşlik edebiyatı yaptığınız diğer bütün Türk yurtları ne olacak? Yalnızca akçalı işlerde aklınıza gelen "Bir millet iki devlet" sloganına ne olacak? Türk kurultaylarına da el atıp objektifler karşısında dövdüğünüz demirler ne olacak?! Sizin gibi gençleri Karabağ'da, Urumçi'de, Telafer'de de görmek isteriz Sayın Cumhurbaşkanı! Kardeş katilleriyle oluşturmaya çalıştığınız "dostluk iklimi"ni tutsak ve sürgün Türkler'le de oluşturmanızı dileriz.

Sözün özü; gidecekseniz gidin, ama lütfen geri dönmeyin Sayın Cumhurbaşkanı! Bize okullarda öğretilen Coğrafya, iklim değişikliklerinin en az 50-100 yıl arası gibi süre gerektirdiğini söylüyordu. Siz de lütfen o dostluk iklimini tam anlamıyla oturtup, meyvelerini devşirmeden dönmeyin. 50 yıl, 100 yıl, hiç önemli değil, biz bağrımıza taş basar, bekleriz sizi!

Son tahlilde cumartesiye yönelik de konuşmak gerekirse; Türkiye, Ermenistan'ı sahada yener. Tüm yurdu bir sevinç dalgası sarar. Hele yendiğimiz ülkenin Ermenistan olması bizi daha da coşturur. Zaten gözlerimizi kör edecek her şeye büyük bir açlıkla, hevesle yöneliyoruz. Futbol da bu işi en iyi gören araçlardan. Biz bu zafere (!) sevineduralım, Erivan’da, Brüksel'de, Washington’da birileri sevinçle, heyecanla ellerini ovuşturur "Asıl maçı biz kazandık" diye!...

Son olarak, ben başka türlü başlamıştım ama yine size mektuba dönüştü bu yazım da. Madem öyle oldu, âdettendir mektupları iyi dileklerle bitirmek. O zaman biz de son söz olarak daha 15 yaşında iki koldan ticarete atılan ve patron olan oğlunuza ticaret yaşamında başarılar dileriz. Ha bir de size şu kayıp trilyon davasında başarılar dileriz. Umarım en kısa zamanda "ak"lanır ve şaibesiz bir cumhurbaşkanı olarak görevinize devam edersiniz. O davadan olumsuz bir sonuç çıkar da âdetiniz olduğu üzere o davayı da AİHM'e götürür, lütfuyla Çankaya'da oturduğunuz Türk yargısını bir kez daha Avrupa'ya şikâyet ederseniz, eh ne diyelim, gene başarılar dileriz!

Not: Bir önceki yazımı yazdığımda Çankaya'ya yeni çıkmıştınız. Cumhurbaşkanlığı döneminizi değil o güne kadarki çalışmalarınızı incelediğimden, o devirlerde de üzerinizde saygı duymamızı gerektirecek "Devlet Başkanlığı" unvanı olmadığı gibi kişiliğinizde ve yaptıklarınızda da bu saygıyı hak edecek bir şey göremediğimden o yazımda sizden "Abd. Gül" diye bahsetmiştim. Bu yazıda karşımızda kurucusu ve vatandaşı olduğumuz, vatandaşlık bağından daha özge bir bağla, kan bağıyla bağlı olduğumuz devletin cumhurbaşkanı olduğunuz için "Sayın Cumhurbaşkanı" ifadesini kullanmayı daha doğru buldum. Bir gün eğer gerçekten siz hangi cumhurun başkanı olduğunuzu anlar ve ona göre davranmaya başlarsanız biz de sizin için söylerken bize de soğuk gelen "Sayın Cumhurbaşkanı" ifadesi yerine "Sayın Cumhurbaşkanım/Cumhurbaşkanımız" ifadesini kullanmaktan sevinç duyarız.