www.pusatsiz.blogspot.com

26 Aralık 2008 Cuma

Asıl biz özür dileriz!


"1915'te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor.

Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum."

Israrla aydın olduğunu iddia eden ve milletten olmasa da basından yine ısrarla kabûl gören zevatın son yediği nane de bu... 2-3 hafta kadar önce bu tarz kampanyaların lansmanını yapmakta uzman olan NTV'nin ufak ufak hazırlık haberlerini vererek ortamını hazırladığı bildiri geçenlerde yayınlanmış.

Bu sefer de Ermeniler’den özür diliyormuş bizimkiler. Daha dün "Hepimiz ermeniyiz" diye çıkmıştınız, bugün Türk olup Ermeniler'den özür diliyorsunuz. Bi yerinizde durun, bi rahat olun, oranız buranız bi oynamasın be kardeşim!

Bildirideki imzaların bir kısmı zaten bu tarz işlerin olmazsa olmazları: Baskın Oran'lar, Halil Berktay'lar, Murat Belge'ler, Ali Bayramoğlu'lar, Cengiz Çandar'lar... Bunlar için söyleyecek sözümüz kalmadı bizim. Ancak daha renkli kişilikler de var bu bildiriye imza koyanlar arasında bu sefer.

Misal; AKP'nin yeni anayasamızı yapmakla görevlendirdiği Atilla Yayla. Muhterem, sivil ve renksiz bir anayasadan bahsediyordu. Kendisi hiç de renksiz değilmiş meğerse. Bakın, o da "ermeni" çıktı. "Hepimiz ermeniyiz" diyenler bir etnik kimlik beyanında bulunmadıklarını söylüyorlardı. Evet, kanca içlerinden önemli bir kısmı "ermeni" değildi gerçekten. Zaman geçtikçe görüyoruz ki "ermeni" tabiri artık bir milletten daha çok şey ifade ediyor, Dünya'nın her yerinde, özellikle de Türkiye'de Türk düşmanlığı yapanlara verilen ortak bir ad oldu bu. Kürt olabilirsiniz, ya da Çerkes, ya da Fransız, hatta belki de Faroe Adaları vatandaşı olabilirsiniz. Ama Türkiye'de Türk milletine düşmanlık edecek, tarihine, kültürüne dil uzatacaksanız üst kimliğiniz "ermeni" olacak. Müthiş bir sembolik değeri var, ben de çözemedim nedenini...

Cem Özdemir de varmış listede. Geçenlerde bir konuşmasını dinlemiştim de, beyefendi hakkında yazmak da bugüne nasipmiş. Kendisi Alman'dır. Tarihin tek tescilli soykırımını yapan milletin vekilidir de aynı zamanda. Ermenileri de mi bu Hitler'in itleri doğradı ki? Cem, Almanya'ya göç etmiş bir Türkiyeli (etnik kökenini bilemem, Türk demek gelmedi içimden) ailenin çocuğu. Almanya'da siyaset yapıyor ve ülkesini (yani Almanya'yı) Avrupa Parlamentosu'nda temsil ediyor 2000'lerin başından beri. O zamanlar bizim basınımız "Avrupalı Türk" diye örnek gösterirdi bu Cem'i, Türkiye için destek beklerlerdi. Kendisini yıllar sonra Ergenekon tertibinden tutuklanan milliyetçiler-ulusalcılar için "Beğenmedikleri AB'nin çıkarttırdığı yasalar sayesinde idamla yargılanmayacaklar. Şükretsinler bize" kabilinden sözler ederken görmüştüm. Aynı Cem, daha sonra AKP'ye açılan kapatma davasını duyunca vermişti azarı Türkiye'sine de, yargısına da, bürokrasisine de... Öyle ki, Avrupalı terbiyesini (!) bozacak da başlayacak küfre diye çok korkmuştum.

Aynı Cem'e haberlerde denk geldim yine geçenlerde. Alman Yeşiller Partisi bizimkini Eşbaşkan yapmış, nasıl mutluydu kerata görecektiniz (Beğenmediğim AB'ye burada şükrediyorum ki; onların sağladığı düşünce özgürlüğü kapsamında Cem'e kerata diyebilme özgürlüğüm var, oh ne iyi). Sonra haberleri sunan güzel spiker bizimkiyle ufak bir röportaj yaptı. Spiker kız heyecanlı heyecanlı bir Türk'ün Almanya'da böyle bir makâma gelebilmesinden duyduğumuz sevinci anlatıyordu ki Cem bombayı patlattı: "Bir Türk olarak seçilmedim, ben Alman'ım!" ("Hay ağzını öpeyim be Cem, biz de seni Türk sanıyorduk da içten içe nasıl utanıyorduk bilemezsin. İşte asıl şimdi göğsümüzü kabarttın, sağol, vârol!" diyorum içimden) Cem bu sırada anlatıyor da anlatıyor Almanlığını. Sonra kız Cem'e muhaliflerinin kendisini Türk olduğu için eleştirdiğinden bahsedince Cem alıyor sazı eline: "Ben başka bir kültürde yetiştim. Ben Mevlâna'ların, Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş'ların kültüründen geliyorum, onlara cevap bile vermem!" Söylemedi demeyin, bu çocukta büyük cevher var. 10 yıla kalmaz, Almanya'nın Tayyip'i olmazsa gelin suratıma tükürün! Ha, Dünya'nın tek tescilli soykırımını yapmış milletin hem vekili, hem de en büyük partilerinden birinin başkanı ya artık, soykırım işinden de iyi anlar. Yaptınız diyorsa yapmışızdır, bilip bilmeden üstelemeyin, işin pîri konuşuyor.

Dedesini ermenilerin katlettiği Hasan Cemal'in listede bulunmasıyla ilgili de ironik mi desek, trajikomik mi? Neyse, en iyisi acı acı gülelim ve geçelim...

Kronik aydın ihaneti rahatsızlığımızın yine nüksettiği, yabancılardan ödül almak için Türk milletine sövmenin ön şart olduğu günlerde aldığı ödülü kaldırırken "Yalnız ve güzel ülkeme" diyen bir yönetmen vardı hani, gönlümüzü fethetmişti... O yönetmenin, o filminin başrol oyuncusu Yavuz Bingöl de basmış imzayı Ermeni bildirisine, o da vurmuş hançeri yalnız ve güzel ülkemizin sırtına... Yakışır!...

Daha ister misiniz?

Ezik, aldatılmış erkek şiirlerinin ağlak şairi, romantik prensimiz Cezmi Ersöz, "solcu kızlar çirkin olur" önyargısını güzelliğiyle yıksa da, yazdıkları ve söyledikleriyle çirkin yoldaşlarının bir adım ötesine geçemeyen Ece Temelkuran, Türk milletinden ilgi ve sevgiden başka bir şey görmeyen, ancak eş durumundan listeye katılan Hale Soygazi, cinsel tercihi ve etnik kökeni nedeniyle bu listenin olmazsa olmazı Murathan Mungan, son yıllarda sıkı ulusalcı kesilen, hatta kürt düşmanı yazılar bile yazan, ama kazıdıkça altından hep başka bir şeyler çıkan Mine G. Kırıkkanat, AKP'ye iş attıkça, göz süzdükçe daha da popüler olan, televizyonlarda boy göstererek ikinci baharını yaşayan emekli sosyalist Oral Çalışlar, düşünce ve üslûp fukarası mutsuz kadın Gürcü Perihan Mağden, PKK bombacısı, çocuk katili Pınar Selek, dünün Apocusu, bugünün Barzanicisi, ama her devrin olmazsa olmaz tescilli bölücüsü kürt Şerafettin Elçi, aşk çocuğu Tuna Kiremitçi, ABD'nin paralı askerleri içinde belki de rütbesi en yükseklerden biri olan Yasemin Çongar... Falan filan...

Yalnız, kanca ermeni olanların adını göremedim listede. Ah Etyen, gör bak bizim ermeniler sizinkileri bile geçti. "Bu Türkler adam olmaz" diyen babana hak veriyor musun hâlâ, Agos gazetesindeki odanda bugün Türkler'in nesine küfretsem diye düşünürken. Agos demişken, Hrant'ın da ruhu şâd olmuştur eminim.

Bildiri metniyle ilgili söyleyecek pek sözüm yok. Yalnız "Ermeni kardeşlerimin..." bölümüne takıldım ben. "Kardeş" sözcüğü ağır bir sözcüktür, insanın yüreğinde sızıya neden olur söylerken bile. Siz sandığımız kadar da duygusuz yaratıklar değilmişsiniz meğerse. Bu milletin fertlerine bir gün olsun "kardeşlerim" demediniz ancak, ermeni için bile olsa bunu diyebilmeniz duygulandırdı beni doğrusu. Kendi milletinizi sevmeden, onların değerlerine sürekli saldırırken, başka milletlerle kardeş olabilmenin, onları kucaklamanın adı hümanizm mi, yoksa başka bir şey mi?

Bizim de Azerbaycan topraklarında, Karabağ denen bir yerde kardeşlerimiz vardı biliyor musunuz? Ee sonra ne oldu onlara demeyin, ben ne desem inanmazsınız zaten de, sizin Google'a bir sorun en azından; "Hocali Katliamı" diye, "Karabağ Katliamı" diye, ya da "26 Şubat 1992" diye...

İşte tam bunları düşünürken özürcülerden birine rastladım televizyonda. Devleti dolandırmaktan hüküm giymiş bir güvenilir gazetecinin tartışma programında bildirinin destekçileriyle karşıtları tartışıyordu. O kadar sevecen, o kadar tatlı tatlı konuşuyorlar ki başta, “Bi kabul edin be” diyorlar, “Soykırım lafını bu kadar gözünüzde büyütmeyin, olabilir yani” diyor biri, “Millet suçlu olmaz, devlet suçlu olur” diyorlar, sonra “Devlet bile suçlu olmaz İttihatçılar suçlu olur, bu bizi devlet olarak bağlamaz ki” diyorlar, “Hadi be hacı, kabul et gitsin” der gibi ağzımızın içine bakıyorlar. Öyle sevecenler ki, yüzlerce yıl kendilerini bağrına basmış, yurtlarını, topraklarını kendileriyle paylaşmış Anadolu Türkleri’nin bir sabah kapısını çalan Hınçak-Taşnak militanları kadar. Aynı kapıyı açtırabilmek için Kıbrıs’ta bozuk şivesiyle tatlı tatlı konuşan Rum EOKA’cılar gibi. O kadar sevecenler ki... O kadar eminim yani o kapı açılınca suratlarının birden değişeceğine, ağızlarından tükürükler saça saça o Türkler’in kurşuna dizileceklerine, evlerinin yakılacağına, kadınlarının ırzına geçileceğine...

Emekli diplomatlar, aklı başında siyaset adamları durumu anlatmaya çalıştıkça, “banane banane” diye sızlanan şımarık çocuklar gibi bizimkiler. “Bu yaptığınız Türkiye’yi uluslar arası kamuoyunda zor duruma düşürür. Diasporanın iddialarını haklı gösterir. Elimizi güçsüzleştirir” deyince, “Olur mu öyle şey, bizi duyanlar ‘Vicdanlı Türkler de varmış’ diyorlar” diye seviniyor emekli sosyalist. Kendilerini yabancıların nasıl yorumladıkları etraflıca anlatılınca da “Orasıyla ben ilgilenmem. Ben siyaset kısmıyla ilgilenmem. Ben sâde vatandaş olarak bundan rahatsız oluyorum ve özür diliyorum. Yabancıların, ermenilerin bu konuda ne düşündükleri başka bir mesele” diye kendini işin içinden çıkartıyor bir yılan kıvraklığıyla. Sen, ona buna yaranacağım, beni daha çok sevecekler diye milletini zor durumda bırakacaksın, devletine, milletine düşman dâvâların siyasetçilerine koz vereceksin, sonra da siyaset beni ilgilendirmiyor diye işin içinden sıyrılacak, sonra da utanmadan kendine aydın diyeceksin. Pes!...

Başka biri de “Ermeniler Medz Yeğern (Büyük Felâket) diyorlar, siz soykırım diyorsunuz. Konuları büyütüyor, Ermeniler’i bize kötü göstermeye çalışıyorsunuz.” diyor. Herhalde “Onlar bizi çok seviyorlar!” diye de devam etmiştir bu “aydın” ama ben daha fazla katlanamadım, kapattım.

Bir sonraki gece, daha düzgün, temiz ve daha milli bir ortamdaki bir oturumda özürcülerden birine rastladım yine televizyonda: Yalnız, güzel ve fazlaca saf ülkemizin okutup, tepesine çıkardığı, bir de üstüne üstlük profesör yapıp çocuklarının zihnini, kişiliğini (dolayısıyla da şerefini) emanet ettiği bir mankurt. Yayına telefonla bağlanan bir vatandaş, Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarında savaştığını, Ermeniler'in gösterdiği vahşeti, katliamları, cinayetleri, işkenceleri, kadınlara ettikleri tecavüzleri anlatırken Profesör Mankurt hırladı birden: "Madem o kadar kahramandınız, savaşı neden kaybettiniz?!" Sonra bu lafın üstüne çıkıp Ermeni kardeşlerine yapılanlardan, vicdandan, duyarlılıktan, adaletten, acılardan bahsedeceksin ha? Eh, ben sana daha ne diyeyim? Benim Türkçe'de bildiğim hiçbir küfür, hiçbir hakaret sözcüğü sizin kadar alçalamayacağı için susma hakkımı kullanıyorum. Olur ki ileride bir gün sizin bu alçaklığınızı karşılayabilecek sözcüğü öğrenirim, karşınıza geçip ağzımı doldura doldura söylerim suratınıza. Borcum olsun şimdilik Profesör!

Neyse, özür de bir erdemdir. Biz Türkler de her ne kadar size yaranamasak da erdemli, efendi, naif insanlarızdır. Düşündüm taşındım, ben de özür dilemeye karar verdim. Sizden, insanlıktan... Milletim adına.

Dedim ya başta, biz Türkler efendi, naif insanlarızdır diye. Önce bunun için özür dilemek gerekir herhalde. Tarihin çok eski zamanlarımızda atalarımız bizim gibi yufka yürekli insanlar değillermiş aslında. Bir fitne zuhur etti mi, atalarımız kervanı düzer, atlara atlar, akına çıkar, taş üstünde taş, baş üstünde baş koymaz, adam, kadın, genç, yaşlı, çocuk ayırmadan öldürür, yakar, yıkar, kafataslarından tepecikler, tepeler oluşturur, sonra onları da yakar ve fitneyi tamamen ortadan kaldırırlarmış. Geride kendilerine düşman olarak yetişecek nesiller de kalmazmış bu sayede. Biz ise şu Anadolu'ya geleli beri bir değiştik, bir haller oldu bize. Başka başka milletlerle karıştık da kendi öz dâvâlarımızı unuttuk. Düşmana merhamet göstermek diye de bir hastalığa yakalandık ki sormayın gitsin. Bin yıldır öldürmüyor da güldürmüyor da bizi bu dert. Biz barbar atalarımıza lâyık olamadıkça da bizim efendiliğimizden, bizim lütfumuzla adam gibi yaşayanların böyle bitleri kanlanıyor da kendilerini nimetten sayıyorlar. Özür dileriz!

Bin yıl kadar önce biz güzelim Orta Asya bozkırlarından kopup gelip, bir de burada size makam-mevki verip, emperyalistlerin elinde oyuncak olmanızı uzun bir süre önlediğimiz için de özür dileriz! (Siz gene gidip buldunuz onları gerçi, ancak bizim hâkimiyetimiz altında değilsiniz şu anda, her türlü aşna fişnenizi gönül rahatlığıyla yapabilirsiniz. Batılı genç ve paralı sevgilinizle bizi aldattığınızı, nazire yaptığınızı sanıyorsunuz ama o genç, yakışıklı oğlanın içkinize ilacı atıp sizi kündeye getirmesi yakındır.)

Türkler Anadolu’ya geldiklerinde Anadolu’da dağınık halde yaşayan halklar güçlü bir merkezi birliğe sahip olmadıkları için her saldıranın elinde telef oluyorlar, Türkler’in bir kez ayak bastığı yerlerde ise hep barış ve huzur hâkim oluyor. Bu nedenle Bizans tekfurlarının zulmünden perişan olan gayrimüslimler bile ya kaçıp Türkler’in adaletine sığınıyorlar, ya da Türkler’in gelip kendilerini de kurtarması için dualar ediyorlardı. Türkler de tabii boş durmuyor, Bursa-İstanbul senin, Mısır-Bağdat benim gidiyorlar, savaşıp alıyorlardı. Bu şekilde önce Selçuklu, sonra da Osmanlı’yla Anadolu, Balkanlar, Kafkasya ve hatta Ortadoğu Türkler’in hâkimiyetine geçiyor, büyük bir imparatorluk kuruluyordu.

İşte o imparatorluk sayesindedir ki Anadolu’nun sefil ve perişan halkları deyim yerindeyse “adam oluyor”, hem dünyanın bu en tehlikeli coğrafyasında yaşamalarına rağmen güvenlikleri sağlanıyor, hem de devlet yönetiminde önemli görevler alıyor, imparatorluk içinde kendi imparatorluklarını kuruyorlardı. Bunların içinden özellikle Ermeniler birçok sadrazam ve paşa çıkardıkları gibi devlet içinde en önemli makamlarda yer bulmuş, ticaret hayatında da kilit noktaları ele geçirmişlerdi.

Ermeniler el üstünde tutulup, devletin kaymağını yedikçe “Millet-i sâdıka”, devleti kuran Türkler ise “etrak-ı bi-idrak” olmuş, “eşek Türk” olmuş sonra. Devlet sıkıntıya düştükçe Türkler cepheye sürülmüş, ölmüş, ölmüş, kalanları da ermeni, Rum, Arnavut âyânların ağır vergi yükleri ve zulümleri altında inim inim inlemiş, gene devlet tehlikeye düştüğünde savaşa çağrılıp, ölebilirlerse kurtulmuşlar. Ermenilerse askerlik yapmadıkça büyümüş, sarayda ve ticarette kilit noktaları da kaptıkça iyice semirmişler, Türkler’in kanıyla kazanılan ve korunan topraklarda Türk’e beylik etmiş, ona “eşek Türk” diye ad takmışlardı. Emperyalistler gelinceyse hangi safı seçtikleri, sonra yaşananlar mâlûm. Osmanlı’nın sırtına hançeri ilk saplayan “millet-i sâdıka” olurken, yurt uğruna ölmek yine “etrak-ı bi-idrak” Türkler’e düşmüş, Çanakkale’de, Anadolu’da, Galiçya’da, Balkanlar’da yüzer yüzer, biner biner ölüp yine toprağı kanlarıyla beslemişler ve Anadolu’yu yeniden vatan yapmışlar.

Asıl bunun için kocaman bir özür dilemek gerek Ermeniler’den. Özür dileriz sizi bu kadar koruduğumuz, kolladığımız, başımızın üstünde yer edip, tepemize etmenize izin verdiğimiz, sizi bunca şımarttığımız ve böylece sağlıksız gelişmenize neden olduğumuz için. El bebek gül bebek büyütülmüş zengin çocuklarının babasına artistlik yapıp evi terkettikten sonra sersefil kalmış haline benziyorsunuz. Sizi yaşamın gerçekleriyle daha evvel tanıştırmadığımız, pamuklara sarıp sakladığımız, böyle şımarık yetiştirdiğimiz için özür dileriz! Sizin çocuklarınız Enderun’da “büyük adam” olmak için okuyacaklarına, aynı sıralarda doğunun bir ucundan batının bir ucuna kadar dünyanın her yerinde savaşıp ölen bizim çocuklarımızla beraber vuruşsalardı, savaşın, ölümün, yaşamın ne olduğunu öğrenip kanın, barutun kokusunu bilselerdi olmadık hayaller peşine düşmezler, hainlik etmeye girişmezlerdi belki.

Dönemin Ermeni Patriği Nerses "Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir.” diyordu ya, ondan da özür dileriz.

“Tecavüzcüsüne âşık olmak” diye bir şey var sosyolojide: Stockholm sendromu. Kimi insanda da bunun tam tersi var: Kendisine yapılan büyük iyiliklerin altında ezilme ve zamanla bunu yapanlara kin besleme. Bunun psikolojide mutlaka daha afili bir karşılığı vardır, öğrenmek gerek. Ama yoksa kesinlikle “Ermeni sendromu” olmalı bu psikolojik durumun adı. Telif hakkı falan da istemem yemin ederim, Ermeniler’den dilediğim özür saysınlar, Ermeniler de sevinir hem, adımız psikoloji literatürüne geçti diye.

Ziyadesiyle uzattım, mutlaka biraz da sıktım ama soykırımla itham edilen milletin Cumhurbaşkanı’na da değinmeden ben bu yazıyı bitirmem. Beyefendi, başkanı olduğu “cumhur”u soykırımcılıkla itham eden bu kampanyaya bir itiraz getirmezken, Türkiye’de “her türlü görüşün açıkça tartışılmasının” devlet politikası olduğunu belirtmiş ve “komşularımızla ilişkilerimizi en iyi noktaya getirmek, tüm komşularımızla güven, istikrar temin etmek ve bütün bölgede refahın gerçekleşmesini temin etmek. Bunun yolu da buradan geçer" diyerek bir yerlere de selâmını yollamış.

Ancak aynı cumhurbaşkanı sadece 1-2 gün sonra soyunda ermenilik olduğunu iddia eden Milletvekili Canan Arıtman hanımefendiye karşı “Türkiye’de her türlü görüşün açıkça tartışılmasının” devlet politikası olduğunu unutmuş olacak ki, önce “ben Müslüman ve Türk’üm” diye gürledi, sonra da “ermenilik” iddiasını “iftira niteliğinde” görüp Canan hanıma dava açtı

Gerçi dava küçük bir tazminat bedeliyle açılmış. Biz, sanığı olduğu kayıp trilyon dâvâsından diğer sanıklar suçları sabit görülüp hapis cezaları alırken, dokunulmazlığı nedeniyle “yırtan”, sayın Cumhurbaşkanı’ndan daha büyük meblağlar istemesini beklerdik. Ne denli tok gözlü olduğunu göstererek bizi de utandırdı, hadi ondan da özür dileyelim başlamışken, battı balık yan gider!

Sayın Gül, Çankaya’ya ilk çıktığında, geçmişte “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüyle ilgili ettiği ipe sapa gelmez laflara kızarak; “Hadi hepsini geçtim de, o köşkün koridorlarında gecenin bir yarısı Ata'nın tok sesi ve gurur dolu ifadesiyle "Ne mutlu Türk'üm diyene!" haykırışını duymaktan korkmuyor musun Abdullah?!” diye yazmıştım. Hay kalem tutan ellerimi eşek arısı soksun ki, adamın önce kulaklarında bir rahatsızlık başladı ki insan içine çıkamaz oldu, ondan sonra hayatında ilk kez “Ben Türk’üm!” diye haykırdı. Sayın Gül, sağolun, vârolun, en kötü günümüz böyle olsun, ancak 58 yaşınıza kadar neyseniz lütfen o olarak kalınız. Zira birileri size 70 milyonluk bir ülkeyi emanet etti ama bizim tarihine, kültürüne, asaletine âşık olduğumuz, her şeyden yüce bildiğimiz Türklüğü sizin elinize verip mundar etmeye zinhar niyetimiz yok. 58 yaşınıza kadar neyseniz lütfen o olarak kalınız.

Yeri gelmişken, Türk'e racon kesmeye kalkan ermeniye birkaç yıl önce hak ettiği cevabı veren Azeri Türkü Ramil Seferov'a da selâm olsun!

Ek: Yazıyı tamamladıktan birkaç saat sonra iki haber düştü ajanslara. İlki: Ermenistan-Türkiye milli maçı öncesinde “jest” yaparak ambleminden Ağrı Dağı'nı çıkaran Ermenistan Futbol Federasyonu, yeniden ortasında Ağrı Dağı bulunan amblemine döndü. İkincisi: Azerbaycan-ermenistan cephe hattının Azeri kesiminde hayvanlarını otlatan 55 yaşındaki Azeri köylüsü Asif Şeldiyev ermeni askerleri tarafından açılan ateşle şehit olmuş. Bununla birlikte 2008 yılı içinde ermenilerin ateşkes ihlalleri sonucu sınırda şehit ettikleri Türkler’in sayısı; 15’i Azerbaycan askeri, 3’ü sivil olmak üzere 18 olmuş. İşte bizim Karabağ'dan, Doğu Anadolu'dan tanıdığımız ermeni de tam olarak bu. Bunlar özürden değil, sopadan anlarlar, fırında diri diri yakılmaktan, kadınlarına-kızlarına tecavüz edilmesinden, hâmile kadınlarının karnının yarılıp, oradan çıkarılan çocuk ceninlerinin süngü ucunda sallandırılmasından anlarlar. (Hemen öyle kabarmayın, bunlar benim fantezilerimden değil, Ermeniler'in Doğu Anadolu'da ve Karabağ'da işledikleri insanlık suçlarından derlenmiştir. Empati dediniz ya, alın size empati! Yüreğiniz yeterse!...)