www.pusatsiz.blogspot.com

8 Ocak 2009 Perşembe

TRT Şeş; kimlere düşeş?

“Milliyetin çok bariz vasıflarından biri dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz.”
Mustafa Kemal Atatürk, 1930

“İnancım şu ki söylediklerime bugün kızanlar, 5 ya da 10 yıl sonra bunu gerçekleştirecek ve uygulayacaklar.”
Leyla Zana, 2007

"Bu halkın dilini, kültürünü ve kimliğini kabul etmeyenler, 20 yıldır verilen mücadele sonucu bunu kabul ettiler. Yakında bu toprakların da adını kabullenecekler."
Diyarbakır Bld. Bşk. Osman Baydemir, 2009

Geçtiğimiz aylarda ülkemizin başbakanı Almanya'ya bir ziyaret gerçekleştirmiş ve Almanya Başbakanı Merkel'le birlikte Berlin'de Türk öğrencilerin de katıldığı bir de toplantı gerçekleştirmişti. Almanya'da Türkler'in evlerinin yeniden kundaklanmaya başlandığı, barbarlıkları, medeniyetsizlikleri nedeniyle AB'ye lâyık görülmeyen Türkler'in Avrupa medeniyetinin göbeğinde diri diri yakıldığı günlerdi. İki lider basına da açık toplantıda gençlerle "uyum ve önyargı" konusunda karşılıklı konuştular.

Merkel, Türkler'in Almanlar tarafından yakılmalarının suçunu Türkler'de bulmuş olacak ki ikide bir bizimkileri sıkıştırıyor, "entegre olmalarını" istiyordu. İlk önce gençlere "Alman arkadaşınız var mı" diye sordu, pek tabii tamamı olumlu yanıt verdi. Bu kez "Alman gazeteleri okuyor musunuz" diye sordu, yine Türkler'in büyük kısmından evet yanıtını alınca hızını alamadı ve bu kez de "Türkler'le aranızda Almanca konuşuyor musunuz" diye sordu. Ona aldığı yanıtlardan pek memnun kalmayınca da Türkler'in kendi aralarında da Almanca konuşmalarını "rica etti". Korkarım o soruya da olumlu yanıt alsaydı bu kez evlerinde Alman besleyip beslemediklerini soracak, en az 1 adet Alman beslemelerini öğütleyecekti. Neyse ki bizimkilerin aralarında Almanca konuşmadıkları için yakıldıkları ortaya çıktı da hanımefendinin soruları bitti.

Bizim başbakan da Merkel'i onayladı durdu. Bir entegre sözcüğü tutturdu gitti o da. Sonra da "Entegrasyona evet, asimilasyona hayır" diye sloganını bile geliştirdi. Türkler kendi aralarında bile Almanca konuşacaklar, çocuk annesine “mama” ya da “mutter” diyecek, ama asimile olmayacak, entegre olacak!...

Aynı Erdoğan Almanya'dan geldiği hafta, bütün gün kürtçe yayın yapacak bir kanalın açılması için TRT'ye talimat verdi! Güler misin, ağlar mısın? Almanya’da Türkler’in “entegre” olmasını isteyen, kendi aralarında bile Almanca konuşmalarını isteyen Tayyip, iş Türkiye’deki Kürtler’e gelince, onların diline öyle bir sahip çıkıyor ki 24 saat Kürtçe yayın yapacak devlet televizyonu açtırıyor. Aynı Tayyip 2002’de TRT’nin Kürtçe yayın yapmasının devletin üniter yapısını tehlikeye sokacağını söylerken bugün bunları söyleyenlere veriyor veriştiriyor.

AKP’nin Cumhurbaşkanı da boş durur mu? O da destek vermiş ve içinde çok sayıda demokrasi sözcüğü içeren cümleler zırvalamış yine konu hakkında. Evet, daha 5 yıl önce Dışişleri Bakanı iken, “kürtçe yayının devlet eliyle yapılmasının farkına varmadan ikinci bir resmi dil koyacağını” söyleyen AKP’nin Gül’ü.

TRT 1’deki bir açık oturumda duydum ben kanalın açılma vaktinin geldiğini. AKP’den belediye başkanlığı için teklif alacak kadar tarafsız bir gazeteci; Tayfun Talipoğlu yönetiyor programı. Muhterem, geçenlerde çocuk tecavüzcüsü yazarlarını savunmasıyla ünlü dîni bütün bir gazeteye verdiği röportajda da AKP’nin dışlananların, ezilenlerin partisi olduğunu söylemişti. (Bir de Sinan Çetin var böyle AKP’ye yağ yaktıkça, “devlet içinde yerleşmiş statükocu zihniyet”ten bahsettikçe, Atatürk devrimlerine saldırdıkça AKP’den pâye alan, başka kanallara satamadığı 3. sınıf dizilerini bile büyük paralara TRT’ye yediren)

Neyse, programa dönersek her konuktan altın değerinde birer söz not aldım ben. Fetullah gazetelerinin yazarları ağırlıktaydı programda. Türk basınında son yıllarda âdet olduğu üzere bütün konuklar da aynı görüşleri savunuyordu, hiçbir karşıt görüş yoktu, karşı düşüncelere yer yoktu. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” şeklinde geçen programın en büyük tartışması “Kürtçe kanalda haber olsun mu, olmasın mı” diyeydi. Konuşanlardan biri haber olursa devletin kendi ideolojisini dayatacağından, bunun da bölge halkı tarafından hoş karşılanmayacağından bahsederek “Bu kanalda haber olmasın. Sadece kültürel yayınlar olsun. Kürtler haberleri hangi saatte, nerede seyredeceklerini biliyorlar, haberlerini seyreder, sonra tekrar açarlar TRT Şeş’i” dedi. Acı acı güldüm. Bizim Tayyip’e sevdalı gariban Türkler’in yine de bir avuntusu vardı; “Bu seçim yatırımıdır” diye. Konuşmacılardan biri “Seçim yatırımı olsun isterse, ben memnunum. Hatta inşallah bir sonraki seçimlerin yatırımı da kürtçe eğitim olur” dedi, Leyla Zana’nın geçen seçim öncesi sözlerini hatırladım. Başka bir tanesi de Türkiye’de yıllarca Kürtler’e ve Kürtçe’ye üvey evlât muamelesi yapıldığını anlattıktan sonra sırıtarak “TRT Şeş’te Türkçe'ye, Türk diline de önem vermek gerek. Yanında Kürtçe'ye çeviren bir tercüman olsa da Türkçe konuşabilmeli birileri haftada 1-2 saat falan” diyerek lütufta bulundu sağolsun.

Talipoğlu’nun programdaki üslûbu da ilginçti. Bu projenin başındaki kişilerden biri ya da iktidarın bir bakanı gibiydi. Konuşmacılara sık sık müdahale etti “Kısa sürelik bir şey değil, bu hep olacak” dedi, “Tabii ki bu bir devlet politikası” diye teminat verdi, “Bu bir insani hak olarak veriliyor. Bu kanal Kürt sorununu çözmek için değil, öyle bi şüpheniz olmasın” bile dedi. Sırf bu son söz üzerine bile ayrıca bir makale yazılabilir ama neyse, yorumu okuyucuya bırakalım.

Ayrıca ben de “TRT Altı” diye okuyordum ama meğerse “TRT Şeş”miş kanalın adı. Biz Türkler de böyle bahsedecek, Kürtçesini okuyacakmışız. Maşallah... Bir de neden “TRT 6” oluyor adı, orasını da bir türlü çözemedim gitti. TRT 1, 2, 3, 4’ten sonra TRT’nin yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza ve Avrupa’ya yönelik TRT İNT ve son olarak kurulan Türk Dünyası’na yönelik TRT TÜRK kanalları var. O zaman yeni kanalın adının TRT 7 olması gerekmez mi? Yoksa TRT Türk’ü, adı Türk diye adamdan mı saymıyor bizimkiler?

Bir de bizimkilerin en komik savunması Kürtçe yayınla Kürtler’i kazanma ve “entegre etme” plânı. Çok zeki ya bizim arkadaşlar, kimsenin akıl edemediği bir şeyi akıl etmişler de nasıl heyecanlılar göreceksiniz. “Şş ses etme, uyandırma herifleri” diyecekler biraz daha üstelesek. Seçim yatırımı diye, taktik diye, Kopenhag kriteri diye, şu diye bu diye Kürtler’e her gelen bir şeyler veriyor, ama sonra hiçbiri geri alınamıyor ve adamlar pazarlığa hep bir adım önde başlıyorlar, ellerindeki listeden bir sonraki maddeye geçiyorlar.

Kürtler’in zaferinden sonra Çerkesler soluğu Çankaya’da aldılar. Sırada Arnavutlar, Boşnaklar, Gürcüler, Lazlar olsa gerek... Bakalım onlara ne cevap verecek bizim çokbilmiş siyaset dehâları? Bakalım PKK’nın kuyruğu Baydemir kadar dik durup doğruları söyleyebilecekler mi? 15 bin kelle (Bizim şehit dediğimize onlar böyle diyorlar) getirin, alın televizyonu diyebilecekler mi?

Maalesef her isteklerinin bu şekilde gerçekleştirilmesi, teröre bulaşmalarının karşılığında ceza değil ödül verilmesi ile Türkiye’de Kürtler yıllardır şımartıla şımartıla artık karşılarında durulamaz bir hâle getirildiler. Yarın da kürtçe eğitim için sokaklara döküldüklerinde “Yok artık!” diyebilecek misiniz? Geçtiğimiz aylarda DTP'liler bunun için de bir eylem yaptılar. Okulların önünde seyyar sınıflar açarak çocuklara kürtçe eğitimi verdiler, kürtçe kitaplar dağıttılar ve kara tahtaya kürtçe özgürlük (azadlık) ve “ana dilde eğitim hakkımı istiyorum” gibisinden teraneler yazdırmışlardı. Devletin okullarının önünde seyyar sınıflar açarak, polisimizin nezaretinde devlete nanik yapmışlardı.

Yüksek Seçim Kurulu’nun da Kürtçe seçim propagandasının yasak olduğunu hatırlatmasıyla mızmızlanmalar başladı zaten. Uçurumun kenarına kadar gelmişken, ölüme birkaç adım kalmışken, geri adımlar atmayı sürdürecek misiniz? Devletin vazifesi resmi dilini bilmeyen vatandaşlarına öğretmek değil midir? Ama bizimkiler maşallah azınlık kültürünü taşıyanlarda kuvvetlendirmek, taşımayanlarda ise yaratmak için olağanüstü bir çaba gösteriyor. Bu coğrafyada etnik siyasetle bu kadar oynanır mı? Sonra bunun sonuçlarına katlanabilecek misiniz? O omurga var mı sizde?

Arka kapısından, bacasından, penceresinden ya da su giderinden falan, herhangi bir yerinden girmek için kırk takla attığınız, zenneler gibi gerdan kırdığınız Avrupa’nın merkezinde Brüksel’de neyin kavgası var, haberiniz var mı? Belçika’yı oluşturan iki halk Valonlar ve Flamanlar artık birbirleriyle geçinemiyorlar, araya kim girerse girsin birbirlerine “entegre” edemiyor bu iki halkı. Belçika Kralı artık halkı eskisi gibi “Valonlar ve Flamanlar” diye değil, “Bayanlar ve baylar” ifadesiyle selamlıyor. Bölünmekten ödleri kopuyor. Hepsinde bir Sevr paranoyası (!) başlamış ki, sormayın gitsin!

Biz ne yapıyoruz bu sırada? Başbakanımız çıkıyor, Kürtçe konuşarak Kürtçe kanal açıyor. PKK’nın kuyruğu DTP’li vekilleri de açılışına çağırıyor. Badem bıyıklı YÖK Başkanı da üniversitelerde “Kürt Dili ve Edebiyatı” bölümünün açılacağı müjdesini (!) veriyor. (Yeri gelmişken hatırlatalım; yükselen milliyetçi-ulusalcı dalganın liderliğine soyunan Tuncay Özkan da, iktidara gelirse Kürdoloji Enstitüleri kurmayı ve Kuzey Irak’taki Kürtler’e de T.C. kimliği dağıtmayı, onlara da Türkiye’de oy hakkı vermeyi vaad etmişti)

AKP’li vekiller Kürtçe uzun havalarla TRT Şeş’te mest oladursunlar, bizim son sözümüz Nihâvend makâmında:

"Kimseye etmem şikâyet,
Ağlarım ben halime.
Titrerim mücrim gibi ah...
Baktıkça istikbalime."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder